Geçen ayki sayfa görüntüleme sayısı

25 Ocak 2016 Pazartesi

Kozmetik ürünlerindeki tehlike



Cilt temizliği için kullanılan  bazı sabun ve temizleyicilerin, peeling kremlerinin, duş jellerinin, bazı diş macunlarının, ruj parlatıcıların,  hatta kırışık örtücü makyaj malzemelerinin içinde, minik plastik parçacıklar kullanıldığını biliyor muydunuz?  Ben de  yeni öğrendim.  Mikroplastik  denilen bu madde ABD'de yasaklanmış.  Nedeni, bu parçacıkların ekolojik dengeyi bozduğu gerçeği. Öyle ki,  su kaynaklarına karışarak pestisitleri, motor yağlarını, her türlü zehir içeren partikülleri de bünyelerine  almaları nedeni ile  zararları katlanarak artıyor. Çoğu su arıtma sistemi bu  zararlı parçacıkları ayrıştıramıyormuş. En acı olanı da zavallı  deniz canlıları suya karışan mikroplastikleri besin  zannedip yiyorlarmış. Böylelikle  bu maddelerle birlikte  beraberlerinde taşıdıkları  toksik maddeler de deniz canlılarının tüm vücuduna işliyormuş. Besin zinciri yolu ile de  deniz canlıları ile beslenen diğer canlılar nasibini alıyor zehir ziyafetinden. Gördüğünüz gibi ekolojik dengenin bozulmasında, olumsuzluklar  dönüp dolaşıp kendine ulaştığı halde insanoğlu bu ve bunun gibi zararlı maddeleri ürünlerine  katmaya devam ediyor. Başka ülkelerde yasaklanan pek çok madde  bizde yıllar boyu insanların ruhu bile duymadan kullandıkları ürünlerin içinde bulunuyor. Bir Amerikalı için risk önemseniyor ama Türk için ''no problem'' Acaba daha bilinçli  bir toplum olma yolunda bizlerin ihmalleri yok mu? Bizi önemsemeyen sistemi, önemsemeleri için zorlayıcı olamaz mıyız?
 Mikroplastiklerin , iri çekilmiş pirinç unu, kil, ponza taşı, kahve telvesi  gibi  doğal alternatifleri var ama bunlar cildi daha iyi  temizledikleri halde, yumuşatmıyorlar. Yani durum şu; doğallar iyi temizliyor ama yumuşatamıyor, mikroplastikler pek de iyi temizlemese de yumuşacık cilt ve saçlar ile insanların aklını çeliyor. Dahası, daha sık ve daha  çok kullanmaya yöneltiyor. Bu da  kozmetik şirketlerinin  işine geliyor. Onlar için  satış ilk ve öncelikli hedef.  Ekolojik dengeyi bozan, dolayısı ile sağlıksız nesillere evrilen insanlık  tüm bunları düşünmeden  tüketmeye devam ettikçe  yapacak fazla bir şey yok.
En azından etiket okuma  alışkanlığı edinmek, orada içindekiler olarak belirtilen maddelerin ne olduğunu merak etmek önemli bir adım.
İçinde mikroplastik olan ürünleri kontrol etmek isterseniz ürünün etiketindeki şu içeriklere dikkat edin:
  • polietilen (PE-polyethylene),
  • polipropilen (PP-polypropylene),
  • polietilen terafitalat (PET-polyethylene terephthalate)
  • polimetil metakrilat (PMMA-polymethyl methacrylate)

23 Ocak 2016 Cumartesi

Ne okursan o olursun

Ohio Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre çok roman okuyanlar zamanla okudukları roman karakterlerinin kişiliğine bürünüyor, onların hisleri ve düşüncelerini kendilerine adapte ediyorlarmış. 
Şimdi şunu merak ettim, dizikolikler için durum ne?
Çok dizi izleyen bir toplumuz. Roman okuyanların sayısı ile  dizi izleyenlerin sayısı  kıyaslanırsa, tahminime göre diziciler kat kat fazladır. Eğer, bu kişiliğe bürünme durumu, okumaya göre daha çok duyuya hitap eden  izleme olayında da geçerli ise, insanlarımızın vay haline..

22 Ocak 2016 Cuma

O bir insan sarrafı idi.

Fyodor Mihailoviç Dostoyevski


“Mutsuzluk bulaşıcı bir hastalıktır. Mutsuzlar, zavallılar daha da mutsuz zavallı olmama için birbirlerinden kaçmalıdırlar.”
“Yoksul, ezilmiş insan kuşkucudur. Çevresine, yanından geçenlere yan gözle, bir tuhaf bakar. Kendisinden mi söz ediliyor, anlamak için gözlerini kısarak, kuşkulu bakışlarını dolaştırır. Konuşulanlara kulak kabartır.”
“İyiler niçin geride kalırlar da, hep kötülerin başına devlet kuşu kendiliğinden gelip konuverir acaba?” (İnsancıklar)
Bir insanı, hele hele bir çocuğu iyi yola sokmak istiyorsan itip kakmayacaksın onu... Çocuklara bir kat daha özenle davranmak gerekir. Ah siz ilerici kafasızlar, dünyadan haberiniz yok! İnsana saygınız yok.(Suç ve Ceza)
“Etrafınıza şöyle bir göz gezdiriniz! Gerçek hayat denilen şeyin ne olduğunu, nerede olduğunu bilmiyoruz bile! Kitaplarımızı, hayallerimizi elimizden alsalar, öylece ortada kalakalacağız.”(Yeraltından Notlar)
Önce biraz ağladılar, ama alıştılar şimdi. Aşağılık insanoğlu her şeye alışır!(Suç ve Ceza)

“Yakınlarımı nasıl seveceğimi hiçbir zaman bilemedim. Bence özellikle yakınlarını sevmek, yabancıları sevmekten daha zordur.” (Karamazov Kardeşler)
''....kendi kendinize yalan söylemeyin.
Kendi kendine yalan söyleyip yalanını ciddiye alan insan sonunda ne kendinde ne de etrafta gerçeği seçemez olur. böylece hem kendisine hem başkalarına saygısızlık eder. Saygının olmadığı yerde sevgi de kaybolmaya başlar....'' (Karamazov Kardeşler)
''Bu devir, sıradan insanın en parlak zamanı; duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir. Kimse bir şeyin üzerinde durup düşünmüyor. Kendisine bir ülkü edinen çok az. Umutlu birisi çıkıp iki ağaç dikse herkes gülüyor: “Yahu bu ağaç büyüyünceye kadar yaşayacak mısın sen?” Öte yanda iyilik isteyenler, insanlığın bin yıl sonraki geleceğini kendilerine dert ediniyorlar. İnsanları birbirine bağlayan ülkü tümden yitti, kayıplara karıştı. Herkes, yarın sabah çekip gidecekleri bir handaymış gibi yaşıyor. Herkes kendini düşünüyor. Kendisi kapabileceği kadar kapsın, geride kalanlar isterse açlıktan, soğuktan ölsün, vız geliyor.'' (Budala)

21 Ocak 2016 Perşembe

Hemen satın almayın, olmasa da olur diyorsanız, iyi düşünün

Kullanmaktan değil de satın almaktan  zevk alan insanlar var. Böyle bir kaç kişi tanıyorum.  Hele biri var ki, alışverişi sevmek değil, ötesi var bu kadında. Beğendiği bir şeyi en az altı tane almaktan söz eder. Alır da zaten. Örneğin bir tane çarşaf, bir tane kazak, bir çift ayakkabı almak onu tatmin etmez. Altı tane en iyisinden  nevresim takımı, dört beş kazak, bir defada üç dört çift ayakkabı alıverir. Evi alıp alıp hiç kullanmadığı  eşyalarla dolup taşar.  Örneğin buz dolabı  dışında derin dondurucu, şok buhar kazanlı ütü,  masaj aletleri, jimnastik aletleri, tuhaf mutfak aletleri  vardır ama hiç kullanmaz. Satın aldığı giysileri, ayakkabıları pek üzerinde göremezsiniz. Soluk bir jean pantalonla, bir kaç farklı kazakla görürsünüz  hep onu. Kısacası  dolapta yığınla giysi bekler durur. Makyaj malzemeleri en pahalısındandır ve bunlarla övünür. Burnu havalardadır, kimseleri beğenmez. Ne yazık ki iki yakaları da bir araya gelmez. Eşi, hep suratında  çok  bıkkın bir ifade ile dolaşır.  Emekli olduğu halde bir takım işlere girer çıkar ama asla  şikayet etmez.  Belki de edemez,  bunu bilemiyorum. İkisi de sigara düşkünü, düştükleri maddi krizlerden yakın akrabalarını suçlayan, sorumsuz insanlar. Kendilerinden beter, bencil, sorumsuz bir  oğulları var. Devamlı dedesinden,  babaannesinden para tırtıklayan, küstah, asalak bir genç. Neden mi anlatıyorum bu aileyi? Ne zaman bir ihtiyacım için bir şeyler  satın almam gerekse, aklıma bu  insanlar gelir. Benim  hayat tarzımla, dünya görüşümle uzaktan yakından ilgileri olmasa da düşünürüm; acaba  gerçekten bunu almak zorunda mıyım? diye. Eğer gerçekten ihtiyacım varsa elbette alırım ama olmasa da olur diyorsam kendimi almak zorunda hissetmem. Evet, bazen sırf çok beğendiğim için, beni gerçekten mutlu edecek bir şeyi de alırım ama eğer kullanacaksam  ve bütçemi zorlamayacaksa.  Kullanamayacağım, bir köşede ya da dolapta duracak bir giysiyi, bir eşyayı satın almak gerçekten aptalca. Emekle, öz veri ile kazanılan parayı sokağa atmakla  hiç farkı yok. İhtiyacı olan birine ya da birilerine  yardım etmek çok daha  fazla mutlu eder beni. Özellikle sıkıntılarını  dile getiremeyen insanlara, sokak hayvanlarına.

Beyin gücünüzü yaşam enerjisi olarak kullanın

Yaşamınız boyunca taşımak zorunda olduğunuz iki büyük çuval düşünün. Bu devasa çuvalları dolduran, boşaltan sizsiniz. Bunu  düşünce gücünüzle yapıyorsunuz. Bu iki çuvalın içerikleri  çok farklı. Birine gün boyunca, aklınıza gelen olumsuzlukları, kaygılarınızı, huzursuzluklarınızı dolduruyorsunuz. Bunu yapmak için bunları düşünmeniz, çağrıştıran sözcükleri kullanmanız  yeterli. Başka bir şey yapmanıza gerek kalmadan çuval dolup taşıyor; eğer öyle yapıyorsanız..Tabii ki, bu ağır çuval doldukça sizi dibe çekiyor, çekiyor.. Diğer yandan, bir çuvalınız daha var ya; oraya da olmasından mutluluk duyduğunuz tüm olumlu durumları, bunlarla ilgili sözcükleri, güzellikleri dolduruyorsunuz. Bu çuval da sizi uçuran,  mutluluğa götüren  çuval.  Ancak unutmamalı ki, bunu başarabilmek için ilk çuvalın olabildiğince boş olması gerekiyor. Peki bu nasıl olacak? Her iki  çuvalı da  doldurup boşaltma yetisi sizde var. Daha somut örnek verecek olursak, her olumsuz düşünce, kullanılan ya da düşünülen her olumsuz sözcük sizi dibe çeken çuvala gidiyor otomatik olarak.Tam tersi durumlar da diğer çuvalınıza gidiyor. Bu sanal çuvallar beyninizin ta kendisi.. Yaşamınızı  yönlendiren beyninizin ta kendisi. Beyninizi de siz yönlendireceksiniz, işin sırrı bu.

Küçük  mutlulukları  görmezden gelmeyin. Çevrenizde, yanı başınızda onlardan çok var.
Başkalarının  mutluluklarını  ve tersi durumlarını fark edin, gerektiği zaman yardım etmekten  kaçınmayın.
Hayvanları sevin, bitkileri sevin, doğayı  sevin. Sevmekle kalmayın, koruyun, bunlar için emek verin.
Renkleri görün, ışığı, karanlığı görün, hepsinin ayrı güzelliği olduğunu görün.
Çok  şeye sahip olmanın mutlu olmak için yeterli olmadığını  bilin. Dünya bunun örnekleri ile dolu.
Çok güzel olmanın da ... Bunun da örnekleri pek çok.
Kendi güzel dünyanızı kendi emeğinizle kurmaya çalışın, kusursuzu değil, sizi mutlu edeni  hedefleyin.
Üretin, iyileştirin, güzelleştirin, tüm bunları yaparken kendinizi sevin ve şımartın.
Sağlığınız için, yakınlarınızın sağlığı için, toplum sağlığı için yapabileceğiniz ne varsa yapın. En azından alışkanlıklarınızla, olabildiğince doğru beslenme yöntemlerinizle, yaşam tarzınızla çevrenize örnek olun.
Bunları yaparken kendinizi zorlayıp germeyin. Olabildiğince keyif alarak, tadını çıkararak yapın.Amaçların  güzel olması önemli ama süreçlerin  güzel olması mutlu yaşamın  gerçek sırrı. Bunu unutmayın!
....................
Yukarıdaki öneriler çoğaltılabilir. Siz de kendi önerilerinizi  belirleyip zevkle uygulayın. Daha da önemlisi, çuvallarınızın kontrolünü  sakın  kaçırmayın.

19 Ocak 2016 Salı

Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır

İki psikiyatri uzmanı, 10 yıl kadar önce bir teori ortaya atmış şöyle ki ;
"Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır."
Ve bunun üzerine bir araştırma başlatıldı. Fizyolojik ve zihinsel alanda yapılan çeşitli uygulamaların sonucunda şu bulgulara ulaşıldı:
· Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.
· Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimin-dedir.
· Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler.
· Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar.
Cornell Üniversitesi'ndeki öğrenciler arasında bir test yapıldı ve klasik "Nasıl geçti?" sorusuna öğrencilerden yanıtlar istendi...
Soruların yüzde 10'una bile yanıt veremeyenlerin “kendilerine güvenleri” müthişti. Onların "testin yüzde 60'ına doğru yanıt verdiklerini" düşündükleri; hatta "iyi günlerinde olmaları halinde yüzde 70 başarıya bile ulaşabileceklerine inandıkları" ortaya çıktı.
Soruların yüzde 90'ından fazlasını doğru yanıtlayan-lar ise “en alçakgönüllü” deneklerdi; soruların yüzde 70' ine doğru yanıt verdiklerini düşünüyorlardı.
Tüm bu sonuçlar bir araya getirildi ve Dunning-Kruger Sendromu'nun metni yazıldı:
“İşinde çok iyi olduğuna” yürekten inanan ‘yetersiz’ kişi, kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve aslında yapamayacağı işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz! Aksine her şeyin hakkı olduğunu düşünür!
Ancak bu ‘cahillik ve haddini bilmeme’ karışımı mesleki açıdan müthiş bir itici güç oluşturur.
‘Eksiler’ kariyer açısından ‘artıya’ dönüşür.
Sonuçta, ‘kifayetsiz muhterisler’ her zaman ve her yerde daha hızlı yükselirler…
Bu arada, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar çalışma hayatında ‘fazla alçakgönüllü' davranarak öne çıkmaz, yüksek görevlere kendiliklerinden talip olmaz, kıymetlerinin bilinmesini beklerler... Tabii beklerken kırılır, kendilerini daha da geriye çekerler... Muhtemelen üstleri tarafından da ‘ihtiras eksikliği’ ile suçlanırlar..."
N'olur fazla mütevazi olmayın!...
"Siz de çevrenize şöyle bir bakın" diyeceğim ama eminim bu satırları okurken bile aklınızdan bir dolu yüz, bir dolu isim geçti...
Bence Dunning ile Kruger'in, bu çalışmalarıyla 2000'de, Nobel yerine Harvard Üniversitesi'nin Ig Nobel'ini alma nedeni "cahil olmamalarıydı".
Gönlümün nobelini bu ikiliye vererek yazımı Bertrand Russel'in bir sözüyle bitiriyorum:
“Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır.” Kaynak: ephiass/sosyomat.com

13 Ocak 2016 Çarşamba

Pirinç Maskesi İşe Yarıyor

On gün boyunca gün aşırı uyguladım. Ellerimde ve yüzümde iyileşme olduğunu  gördüm.
Önce neler içerdiğini görelim:
 100 gr pişirilmemiş haşlanmış pirinçte mineral ve vitaminler 
  • Sodyum 5 mg
  • Potasyum 115 mg
  • Kalsiyum 28 mg
  • Magnezyum 25 mg
  • Demir 0,8 mg
  • Fosfor 115 mg
  • E vitamini 0,11 mg
  • B1 vitamini (Tiyamin) 0,07 mg
  • B2 vitamini (Riboflavin) 0,049 mg   Kaynak Burada                                                                   Listenin sonlarındaki vitaminlerin ne kadar düşük değerlerde olduğunu görüyoruz.  Diğer bileşenlerin  ne işe yaradığını ancak bir uzman söyleyebilir. Pirincin içerisindeki nişastanın ve suyun da işe yaradığını düşünüyorum.
İçeriğinde pirinç olan pek çok cilt maskesi tarifi var. En iyisi benimki mi bilemem. Denedim ve iyi geldiğini  fark ettim.
Yarım bardak pirinci soğuk su ile yıkayıp süzün,
Üzerine  iyi kalite temiz su ekleyin.
Arada bir parmaklarınızla karıştırıp nişastasının çıkmasını sağlayın. Ertesi gün suyu süzüp alın.Bu su ile cildinizi temizleyin. pirinçleri ise ezerek bir kaç çorba kaşığı süt, bir tatlı kaşığı susam yağı, iki damla limon suyu ekleyin.  Maskeniz hazır. Temiz cildinize uygulayın.Yarım saat kadar kalmasını tavsiye ediyorum. 

8 Ocak 2016 Cuma

Bu gıdalardan uzak durmalı


Potasyum Bromat içeren unlu gıdalar
Bu katkı maddesi, ekmek yapımında ve unlu mamullerde hacmi arttırmak ve ekmeğin rengini beyazlatmak için kullanılıyor. Hayvanlarda kansere neden olduğu biliniyor. Az miktarları bile insanlarda değişik problemlere yol açıyor. ABD ve Japonya dışında bütün dünyada kullanımı yasaklanmış bir maddedir.
Bazı un üreticileri, irmik altı diye adlandırılan kalitesiz unlara kanserojen etkisi yüzünden katılması yasak olan benzol peroksit ve potasyum bromat gibi bazı katkı maddelerini ekleyerek, rengini beyazlatıyor ve ekmeklik unmuş gibi fırınlara pazarlıyor.
Bu katkı maddeleri çakmak tutulduğunda ekmeğin benzin dökülmüş gibi alev almasına yol açıyor.kaynak burada
Margarin
İşlenmiş et ve et ürünleri
Bu konuda  pek çok güvenilir kaynağın açıklaması var. Araştırmayı sizlere bırakıyorum.

5 Ocak 2016 Salı

Mutluluk Bulaşıcıdır

Cumhuriyet'te bir yazı okudum.Kaynak Burada

Harvard Üniversitesi’ndeki bilim insanlarının yürüttüğü bir araştırmaya göre duygu durumumuz üzerinde başkalarının etkisi tahminlerimizden daha fazla. Öyle ki bu “başkaları” yalnızca birinci dereceden arkadaşlarımız olmayabiliyor; arkadaşlarımızın arkadaşlarının arkadaşlarının duygu durumu -daha önce hiç görmediğimiz üçüncü dereceden uzak arkadaşlar- sosyal ağ üzerinden bir virüs gibi bizlere bulaşabiliyor.

Gerçekten de bu, birbirini etkileme olgusu, henüz tam olarak anlamadığımız bir şekilde arkadaşlık ağı üzerinden yayılıyor. Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden tıbbi sosyolog Nicholas Christakis, mutluluk, depresyon, obezite, içki ve sigara alışkanlığı, sağlık takıntısı, özel bir müzik ve yiyecek türü tercihi, hatta intihara yatkınlık gibi duygu ve davranış şekillerinin “Suya atılmış çakıl taşları gibi” sosyal ağlar üzerinden yuvarlanarak yol aldığını ileri sürüyor..

Yalnızca yakın çevremizdekilerin değil, tanımadığımız insanların duygu durumlarından, sağlık durumlarından ve alışkanlıklarından etkilendiğimiz düşüncesi ilk bakışta korkutucu gelebilir. Bu bir anlamda yaşantımızda kontrolü başkalarının ellerine teslim ettiğimiz anlamına geliyor. Çünkü toplumsal etkileşimler genellikle bilinçaltı düzeyde seyreder.

Columbia Üniversitesi’nden sosyolog Duncan Watts, bu konuda tedirginlik yaşamanın gereksiz olduğunu söyleyerek şöyle konuşuyor: “Sosyal etkileşim çoğu zaman iyi bir şeydir. Öncelikle yapısal açıdan sosyal yaratıklar olduğumuzu kabullenelim. Kim olduğumuz ve ne yaptığımız genellikle çevremize çizdiğimiz küçük dairenin dışında kalan güçlerin etkisi ile şekillenir. Bu gerçeği de reddetmeyelim. Dahası, sosyal bulaşıcılık diye bir kavramın farkında olduğumuz zaman bundan etkilenmemenin yollarını da bulabiliriz. Belki de bu olguyu kendi lehimize çevirebiliriz.” İnsanların, etkisi altında oldukları sosyal ağ üzerinde az da olsa bir kontrolleri bulunduğunu ileri süren Christakis, bu şekilde dizginleri tümüyle elden kaçırma riskinin düşük olduğuna inanıyor.

Christakis son araştırmasında mutluluğun insandan insana nasıl bulaştığını araştırmış. Bu araştırmada denek olarak 1948 yılından sürmekte olan Framingham Kalp Araştırması’na katılan deneklerden yararlanan Christakis ve ekibi, mutlu insanların kümeleşme eğilimi taşıdığını ortaya çıkartmış. Bunun nedeni tahminlerin aksine mutlu insanların kendiliğinden birbirlerine yönelmeleri değil. İnsanların bilinçli arkadaş seçiminden bağımsız olarak, mutluluğun sosyal temas yoluyla yayılma şekline bağlı olarak mutlu insanlar bir araya gelebiliyor.

Ayrıca, mutluluğun yalnızca yakın çevredeki arkadaşların mutluluğuna değil, arkadaşın arkadaşının, arkadaşın arkadaşının arkadaşlarının mutluluğuna da bağlı olduğunu ortaya koyan Christakis, “Bir insanın ne kadar çok sayıda arkadaşı varsa o kadar mutlu olması şaşırtıcı gelmeyebilir. Ancak önemli olan arkadaşların sayısı değil, bu insanların mutlu olup olmamalarıdır” diye konuşuyor.


Mutluluğun yayılmasında karşı cins
Christakis, ayrıca, bu etkinin herkes için aynı olmadığını da keşfetmiş. Başkalarının mutluluğundan ne kadar etkilendiğiniz o insanlarla aranızdaki ilişkinin cinsine de bağlı olabiliyor. Örneğin, birkaç kilometre ötenizde yaşayan yakın bir arkadaşınız şu ya da bu nedenle mutlu olduysa, bu olay sizin de mutlu olma şansınızı %60 oranında arttırabilir. Tam tersi, kapı komşunuz mutlu olduğu zaman bu oran yarıya düşebiliyor. Ayrıca aynı evde yaşadığınız kardeşinizin mutluluğunda, sizin mutlu olma olasılığınız bunun da yarısına inebilir. Şaşırtıcı olan, aynı evde yaşayan çiftlerden birinin mutluluğunun diğerini ancak %10 oranında mutlu edebiliyor olması. Bu da sosyal salgınların bir özelliğinin daha ortaya çıkmasına yol açıyor: Sosyal mutluluk, cinsiyeti aynı olan arkadaşlar arasında daha etkili bir şekilde yayılıyor.


Empatik taklitçilik
Bütün bunlar kilit soruyu gündeme getiriyor: Mutluluk gibi bir duygu nasıl salgın şeklinde yayılabiliyor? Bazı bilim insanları bu sonunu yanıtını “empatik taklitçilik”te arıyor. Psikologlar uzun süredir insanların farkında olmadan karşılarındakinin yüz ifadesini, konuşma tarzını, duruş şeklini, vücut dilini ve diğer davranışlarını kopyaladıklarını biliyor. Ve bunu da akıl almaz bir beceri ve hızla yapabilmeleri ayrıca ilgi uyandırıyor. Bunun sonucunda da bir çeşit sinirsel geri besleme mekanizması üzerinden, insanların taklit ettikleri davranışla ilgili duyguları yaşamalarına yol açabiliyor. Almanya’da Tübingen Üniversitesi’nden Barbara Wild ve meslektaşları yüz ifadesi ne kadar derinse, gözlemcilerin yaşadıkları duygunun da o kadar güçlü olduğunu ileri sürüyor (Psychiatry Research, vol 102 p 109). Wild bu sürecin insanın beyninde doğuştan var olduğunu düşünüyor.

Diğer bilim insanları, burada etkili olan mekanizmanın “ayna nöron” faaliyetleri olduğunu ileri sürüyor. Bir çeşit beyin hücresi olan ayna nöronlar, bir eylem yaptığımızda ve aynı eylemi başkalarının yaptığını izlediğimizde faal duruma geçiyor. Bu mekanizmada kesin olan tek şey, bilinçsiz taklitçiliğin karşımızdakinin gerçek duygularını dozu azaltılmış bir yansımasını yaşamamıza yol açtığı.

Gerçek yaşamda duygusal bulaşıcılığını izlerini görmek mümkün. Örneğin depresyon geçirmekte olan bir öğrencinin yatakhane arkadaşının da depresyonu girme olasılığı çok yüksektir. Bu olasılık birlikteliğin süresi uzadıkça artar. Ne var ki bugüne dek hiçbir araştırma niçin bazı insanların duygularının daha bulaşıcı olduğunu ve bazı insanların niçin bu duyguları daha güçlü bir şekilde yaşadığına açıklık getiremiyor. Öte yandan niçin bazı arkadaşların mutluluğu bizleri kardeş mutluluğundan daha fazla etkiliyor? Bunun da altında yatan nedenler bilinmiyor.


Sosyal normların yayılması
Bu bağlamda iki etmenin kritik bir rol oynadığı görülüyor. Bunlar sosyal temasın sıklığı ve ilişkinin gücüdür. Duygusal bulaşıcılığın fiziksel yakınlık gerektirdiği kimseye şaşırtıcı gelmeyebilir. Ayrıca bir insana ne kadar yakınlık duyarsak, bu kişinin duygularını o kadar doğru algılarız ve bu duyguları o kadar da yoğun içselleştiririz.

Duyguların sosyal ağlar üzerinden insandan insana bulaşması gibi başka davranışlar da taklit yoluyla yayılabiliyor. Christakis ve ekibi 2007 yılında gerçekleştirdikleri bir çalışmada obezitenin de mutluluk gibi yayıldığını ortaya çıkartmış. Kilo alma riskinin, arkadaşların ve yakın çevredeki insanların kilo almasıyla arttığını keşfeden Christakis, The New England Journal of Medicine isimli tıp dergisinde yer alan makalesinde “Bir insanın şişmanlama riski, yaşından bağımsız olarak, arkadaşının kilo almasıyla %57, kardeşinin kilo almasıyla %40, eşinin kilo almasıyla %37 oranında artıyor”diye yazıyor. (vol 357, p 370).

Ancak komşuların hiçbir etkisinin olmaması ve bir arkadaşın ne kadar uzakta yaşadığının önemli bir fark yaratmaması, obezitenin mutluluğa göre farklı bir mekanizma üzerinden etkili olduğunu gösteriyor. Burada davranışsal taklitçilik yerine sosyal normlara uyum yeteneğinin etkili olduğu görülüyor. Mutlulukla kilo alma arasındaki benzerlik ise aynı cinsiyetten gelen arkadaşların ve akrabaların daha güçlü bir etki yaratması.

Sosyal normların yayılması sigara içme alışkanlığı konusunda da etkili bir kavram. Ne kadar fazla sayıda insan sigarayı bırakırsa, sigara içmeyi sürdüren insanların üzerlerindeki baskı da o kadar artıyor. Bu durumda insanlar daha çok yakınlarında bulunan insanlardan etkileniyorlar. Eşin sigaradan vazgeçmesi durumunda diğer eşin sigarayı bırakması olasılığı %67’e çıkabiliyor. Ayrıca arkadaşların eğitim düzeyi ne kadar yüksek ise birbirlerini etkileme oranı da o kadar artıyor (The New England Journal of Medicine, vol 358, p 2249).


Üç derece yakınlık kuralı
Mutluluk, obezite ve sigara içme gibi duygu ve davranışların eskiden yakın çevrenin etkisiyle şekillendiği düşünülürdü. Oysa şimdi bunların sosyal güçler tarafından şekillendiği anlaşılıyor. Ayrıca bu alışkanlıkların üç derece yakınlık kuralına uyduğunu ortaya koyan Christakis, daha uzak akraba ve arkadaşların etkili olmadığını ileri sürüyor. Neden üç derece yakınlık? Christakis’e göre bunun nedeni“Yıl içinde arkadaşlar aynı kalırken, arkadaşın arkadaşının arkadaşı değişebiliyor ve farklı insanlar ortaya çıkıyor.”

Bu da başka bir soruyu gündeme getiriyor: Sosyal ağların mimarisini ve bizim bu ağ içindeki yerimizi ne şekillendiriyor? Bunda pek çok etmen etkili. Nerede yaşadığımız, nerede çalıştığımız, ailenin büyüklüğü, eğitim, din, gelir düzeyi, meraklar gibi etmenlerin yanı sıra Christakis son çalışmasında genlerin de önemli bir rol oynadığını ortaya çıkartmış.


Yeni arkadaşlıklar/eski arkadaşlıklar
İnsanlar yeni trendlere uygun arkadaşlıklar kurabilirler. Örneğin kilo vermek istiyorsanız, spor kulüplerine devam eden insanlarla daha fazla vakit geçirebilirsiniz. Christakis bu konuda şu öneride bulunuyor: “Aslında eski arkadaşlarla bağları kopartmak yerine onlarla daha az zaman geçirmek gibi daha akıllıca bir tutumu benimseyebiliriz. Örneğin tembel ve depresif insanlarla koşullar gereği bir zamanlar arkadaş olmuş olabilirsiniz. Ancak ömrünüzü bunlarla geçirmek zorunda değilsiniz. Ayrıca bazı insanları eleme şansınız yok ise bunların vücut dillerini ve yüz ifadelerini taklit etmemeye dikkat edin. Böylece bulaşma riskini de olabildiğince azaltmış olabilirsiniz."