Geçen ayki sayfa görüntüleme sayısı
29 Aralık 2015 Salı
Susam yağı gerçekten işe yarıyor
''Mucize bitki, süper yiyecek, doğal ürün'' gibi iddialı sözlerle lanse edilen pek çok şeyin fiyasko olduğunu görüyoruz. Bu nedenle bu tür tanıtımlara temkinli yaklaşırım. Ancak gerçekten yararını gördüklerimi tavsiye ederim. Susam yağını masaj yağı olarak kullanmaya başladım. Hem uygulamada hem de cilde olan etkisinde çok iyi olduğunu gördüm. Bir kere, ipeksi bir kayganlığı olsa da cilt bir süre sonra gayet güzel emiyor. Etrafı kirletmeden, saçınıza başınıza bulaşmadan iş görüyor. Ayrıca kuru cilde iyi geliyor. Banyo sonrası nemlendirici olarak kullanabilirsiniz. Çatlayan dudaklarınız için de iyi bir onarıcı. Susam yağını bulmanız çok zor değil. Beyaz tahinin üzerinde toplanan şeffaf bölüm susam yağının ta kendisi. Deneyin, seveceksiniz.
28 Aralık 2015 Pazartesi
Ayaklarınızı rahatlatmak için bir tavsiye
Dayanabileceğiniz sıcaklıkta, çeyrek kova suya iki çorba kaşığı karbonat ekleyip, ayaklarınızı su soğuyuncaya dek bu suda bekletin. Topuklarınızda sertleşme, çatlama varsa, bu işlemden sonra ponza taşı ile ölü derilerden kurtulup daha sonra kremleyin. Çok rahatladığınızı göreceksiniz.
23 Aralık 2015 Çarşamba
Aşırı teşhis tedavinin önüne geçiyor
Özel hastanelerin çok yaygınlaşması ile artan bir durum bu. Küçük bir rahatsızlık için bile gitseniz, gerekli gereksiz pek çok araştırmaya maruz kalıyorsunuz. Gerekli olanlara sözümüz yok ama pek çoğu da zaman, enerji ve para kaybı hasta için.Moralsizlik aşılaması da cabası. Sağlık kurumu için ise kazanç kapısı. Bu konuda Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta'nın açıklamalarını dinledim. Modern tıbbın son numarası diye anlatıyor:
aşırı teşhis - Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta
Elbette tepki çekiyor ama ben hasta tarafı olarak tüm deneyim ve gözlemlerimi düşününce hak veriyorum kendisine. Aşırı teşhis diye bir şey var ve pek de hasta sağlığı düşünülerek yapılmıyor.
21 Aralık 2015 Pazartesi
Koşmak mı yürümek mi daha sağlıklı?
Yürüyüş güzergahım benim için doğal oksijen terapi bölgesi. Hem denizden hem de çamlıktan gelen tertemiz havanın kalitesi oldukça yüksek.
Aynı yürüyüş alanını paylaştığımız pek çok insan görüyorum son günlerde. Bu insanların hemen hemen tamamı yakınlarımızdaki turistik otellerde kalan yabancılar. En çok da Almanlar. Bunların bazıları ileri yaşlarına rağmen koşuyorlar.
Konu ile ilgili harika bir yazı okudum, sizlerle paylaşmak istiyorum:
http://www.bodytr.com/2013/01/kosmak-mi-yurumek-mi.html
Hepinize sağlıklı güzel günler!
Konu ile ilgili harika bir yazı okudum, sizlerle paylaşmak istiyorum:
http://www.bodytr.com/2013/01/kosmak-mi-yurumek-mi.html
Hepinize sağlıklı güzel günler!
19 Aralık 2015 Cumartesi
Bloglarda izleyici sayısının azalması sorunu
Dünden beri izlediğim bir kaç blogda izleyici sayısında azalmalar olduğunu yazmışlar. Hatta bazı bloggerlar bundan olumsuz etkilenip bloglarını kapatmaya karar vermiş.
Bu durum benim için önemli değil, çünkü benim bir tane bile kayıtlı izleyicim yok. Açıkçası ben okunma, okunmama kaygısı ile yazmıyorum. Blog benim için bir not defteri ya da kendimle konuşup uzlaşma araçlarımdan biri. Yine de zaman ayırıp hatta emek verip paylaştığım yaşamımdan çıkarımlarımı belki birileri okur da az çok yararlanabilir diye düşünüyorum.
Bu izleyici kaybı sorununa gelince, üşenmedim araştırdım. Burada anlaşılır şekilde açıklamış: http://blogeditoru.blogspot.com/2009/02/blogger-izleyici-says-azalma-sorunu.html
Dediğim gibi benim sorunum değil ama yazılarını takip ettiğim bir kaç blogger artık yazma isteği duymadıklarını söyleyince yazma ihtiyacı duydum. Belki birileri okur.
Bu durum benim için önemli değil, çünkü benim bir tane bile kayıtlı izleyicim yok. Açıkçası ben okunma, okunmama kaygısı ile yazmıyorum. Blog benim için bir not defteri ya da kendimle konuşup uzlaşma araçlarımdan biri. Yine de zaman ayırıp hatta emek verip paylaştığım yaşamımdan çıkarımlarımı belki birileri okur da az çok yararlanabilir diye düşünüyorum.
Bu izleyici kaybı sorununa gelince, üşenmedim araştırdım. Burada anlaşılır şekilde açıklamış: http://blogeditoru.blogspot.com/2009/02/blogger-izleyici-says-azalma-sorunu.html
Dediğim gibi benim sorunum değil ama yazılarını takip ettiğim bir kaç blogger artık yazma isteği duymadıklarını söyleyince yazma ihtiyacı duydum. Belki birileri okur.
Dileyince olmuyor, isteyince oluyor
Bu bir tesadüf mü, bilemiyorum. Bir şeyi içtenlikle isteyince oluyor. Nedense dileyince olmuyor. Dilemek ve istemek farklı. Dilemek, yani yalvarırcasına gerçekleşmesi için yakarmak benim için hiç işe yaramıyor. Ne kadar dua edip dilesem de bu güne dek dileğimin olduğunu görmedim. ama fark ettim ki, imrenerek, çok beğendiğim bir kaç şeye bir süre sonra sahip oldum ya da o durumu yaşadım. Aradaki ince farkı bilmem anlatabildim mi. Anlayacağınız, yalvarıp yakarmak, ''ne olur olsun'' demek bende işe yaramıyor ama içtenlikle ve beklentiye girmeden ''ne hoşmuş, sahip olmak ne güzel olurdu'' diye düşünmek gerçekten bana o imrendiğim şeyleri getirdi. Bunun bir açıklaması yok. Nasıl olduğunu bilmiyorum, nedenini hiç anlamıyorum ama bu söylediklerim doğru. Öyle çok örnek verebilirim ki..
18 Aralık 2015 Cuma
Derin dondurucuda terlikler, eldivenler
Yıkanmayan türden pofuduk terlikleriniz mi var? Ya da yıkanınca bozulacak eldivenleriniz de olabilir. Örneğin güderi ya da saf yün eldivenler. Ne kadar temiz kullansanız da onlar da kirlenecek, mikrop ya da mantar barındıracaklardır. Atacak değiliz.Çocuklarınızın tüylü oyuncaklarını da bu yöntemle mikroplardan arındırabilirsiniz. Büyük boy buzdolabı poşetlerine rahatça sığarlar. Poşetleyip ağzını sıkıca düğümleyin. Hatta benim yaptığım gibi çift poşet de yapabilirsiniz. Çünkü buzdolabının o bölümü de yiyecek ortamı. Oraya yiyecek dışında bir şeyler koymak içinize sinmeyebilir. Poşetlediğiniz eşyanızı derin dondurucu bölümüne koyup yeterli sürede, örneğim bir iki gece bekletin. Büyük ölçüde mikroplarından arındırmış olacaksınız. Çünkü çok ama çok az mikrop bu kadar düşük sıcaklıkta canlı kalabiliyormuş.
Bunları evde bulundurmakta fayda var!
Ufak tefek ev kazalarında, spor yaralanmalarında, şişlik, morarma, kanama, burkulma, açık yara gibi durumlarda hemen sağlık kuruluşlarına ulaşma imkanı bulamayabiliriz. Eğer ciddi bir yaralanma söz konusu değilse doğru bilgilerle ve uygulamalarla kısa zamanda rahatlayıp durumu kurtarabiliriz.
Çarpma ve morarmalarda Lasonil işe yarıyor. Burkulmalarda, ezilmelerde de öyle. Sakın açık yaralara uygulamayın. Evde bulundurun ancak mutlaka doktorunuza danışarak alın.
Antibiotikli bir merhem de gerekli oluyor. Diken batması, sıyrık, küçük kesik gibi mikrop kapmaya elverişli yaralarda antibiotikli bir merhem örneğin Bactroban çok işe yarıyor. Bunu da evde bulundurun ama doktorunuza danışıp alın. Dikkat edilecek konu gözlerinize bulaştırmayın ve temizlediğiniz bölgeye sürün.
Son olarak tavsiye edeceğim krem Hametan . Kış günlerinde kızaran, aşınan cildinizi yeniliyor. Çatlayan deri sorununuz varsa kullanın ve rahatlığı yaşayın. Tabii ki doktorunuza mutlaka danışmadan almayın.
Bunların dışında buzdolabınızın buzluğunda bir iki tane içi jelle dolu soğuk uygulama torbası, banyonuzda sıcak su torbası bulundurun. Sıcak ve soğuk uygulama gerektiren durumlar farklıdır. Örneğin kırık be burkulmalarda ilk anda soğuk uygulama faydalı. Kas spazmlarında ise sıcak uygulama faydalı. Bunların ayrıntılarını uzman kişilerden öğrenin ve aklınızın bir köşesine yazın.
Sağlıklı günler!
Çarpma ve morarmalarda Lasonil işe yarıyor. Burkulmalarda, ezilmelerde de öyle. Sakın açık yaralara uygulamayın. Evde bulundurun ancak mutlaka doktorunuza danışarak alın.
Antibiotikli bir merhem de gerekli oluyor. Diken batması, sıyrık, küçük kesik gibi mikrop kapmaya elverişli yaralarda antibiotikli bir merhem örneğin Bactroban çok işe yarıyor. Bunu da evde bulundurun ama doktorunuza danışıp alın. Dikkat edilecek konu gözlerinize bulaştırmayın ve temizlediğiniz bölgeye sürün.
Son olarak tavsiye edeceğim krem Hametan . Kış günlerinde kızaran, aşınan cildinizi yeniliyor. Çatlayan deri sorununuz varsa kullanın ve rahatlığı yaşayın. Tabii ki doktorunuza mutlaka danışmadan almayın.
Bunların dışında buzdolabınızın buzluğunda bir iki tane içi jelle dolu soğuk uygulama torbası, banyonuzda sıcak su torbası bulundurun. Sıcak ve soğuk uygulama gerektiren durumlar farklıdır. Örneğin kırık be burkulmalarda ilk anda soğuk uygulama faydalı. Kas spazmlarında ise sıcak uygulama faydalı. Bunların ayrıntılarını uzman kişilerden öğrenin ve aklınızın bir köşesine yazın.
Sağlıklı günler!
3 Aralık 2015 Perşembe
Sabahları yaşanılası kılmak
Gün boyunca pek çok işle, tek başıma uğraşmak zorundayım. Zorunluluk sözcüğü çok da doğru değil. Bazı işleri yapmasam da olur. Kimse bunun için zorlayamaz. Ne var ki ertelenen işler, düzenimi bozar, keyfimi kaçırır. Zaten temizlik ve düzen konusu şöyle böyle gidiyor. Kısacası her an el atılacak yapılması gereken bir iş, doyurulması gereken canlılar, bakılması gereken bir bahçe, okunacak kitaplar, alışveriş, ödemeler, onarımlar ve bir evle ilgili ne kadar ıvır zıvır varsa hep beni bekler.Ayrıca detaylarına girmek istemediğim hayat arkadaşımın ciddi boyutlu sağlık sorunu yüzünden onun bakımı da var. Tüm bunları mükemmel yaptığımı söylersem kocaman bir yalancı olurum.Çünkü gün geçtikçe yenileri eklenen kendi sağlık sorunlarım da var. Neyse bunları anlatmanın bir yararı yok.
Ben bir kaç gündür sabahlarımı daha güzel kılan bir yöntemden söz etmek istiyorum. Normalde sabah uyanınca ortamı ve yaptığım işleri sevmem. Akşamın dağınıklığı, soğuk bir ev, üstüme üstüme gelen yapılacak bir çok iş.. Yukarıda anlattığım gibi gün boyunca oturup tv izleyemiyorum. Zaten tv izleme konusunda seçiciyim.Çok iyi filmleri, bir kaç sevdiğim belgeseli izlerim.Yani gündüzleri biraz zaman bulsam bile kendimce iyi şeylere rastlama olasılığım düşük. Ben de sabah erkenden, altı gibi kalkıyorum. Sobamı yakıp üzerine bir çaydanlık su koyuyorum. Şu çok kanallı dünyanın parasını ödediğimiz uydu sistemlerinin ikisi de var bizde. Zengin olduğumuzdan değil, hayat arkadaşımın tamamen eve bağlı yaşamından.O ileri derecede özürlü. Ben de sabahın erken saatlerinde filmleri tarayıp iyi bir tane buluyorum ve sobada kaynayan su ile kahvemi yapıp izliyorum.Çünkü köpeklerimizin kahvaltı ve yürüyüş saatlerine dek bu film bitmiş oluyor. Bu da benim lüksüm işte..
Ben bir kaç gündür sabahlarımı daha güzel kılan bir yöntemden söz etmek istiyorum. Normalde sabah uyanınca ortamı ve yaptığım işleri sevmem. Akşamın dağınıklığı, soğuk bir ev, üstüme üstüme gelen yapılacak bir çok iş.. Yukarıda anlattığım gibi gün boyunca oturup tv izleyemiyorum. Zaten tv izleme konusunda seçiciyim.Çok iyi filmleri, bir kaç sevdiğim belgeseli izlerim.Yani gündüzleri biraz zaman bulsam bile kendimce iyi şeylere rastlama olasılığım düşük. Ben de sabah erkenden, altı gibi kalkıyorum. Sobamı yakıp üzerine bir çaydanlık su koyuyorum. Şu çok kanallı dünyanın parasını ödediğimiz uydu sistemlerinin ikisi de var bizde. Zengin olduğumuzdan değil, hayat arkadaşımın tamamen eve bağlı yaşamından.O ileri derecede özürlü. Ben de sabahın erken saatlerinde filmleri tarayıp iyi bir tane buluyorum ve sobada kaynayan su ile kahvemi yapıp izliyorum.Çünkü köpeklerimizin kahvaltı ve yürüyüş saatlerine dek bu film bitmiş oluyor. Bu da benim lüksüm işte..
Beklemekle Tükeniyor Yaşamlar
Yaşam beklentilerden mi ibaret? ''Tabii ki değil'' demek isterdim.
Ama...
Bakıyorum da, galiba öyle. Belki farkında değiliz ama her anımızda bir şeylerin olmasını, gerçekleşmesini bekliyoruz. Bir şeylere kavuşmak odaklı yaşadığımızı düşünüyorum. Dolayısı ile hep ileri tarihler, sonraki günler oluyor aklımızda. Basitçe bir kaç örnek verecek olursak;
Şu okul bitse..
Oysa bunun gerçek anlamı şöyle: o bir an önce bitmesini istediğiniz yıllar, ilerde hayatınızın en güzel yılları olarak anımsanacak. Benim gibi epeyce yaş almış olanlar, lise, üniversite yıllarına ait fotoğraflara bakarken o duyguyu çok güçlü yaşarlar.
Çocuklar büyüse de rahat etsek.. Böyle bir isteği dile getiren birine verilecek yanıtım şu: Avucunuzu yalarsınız. Neden mi? Birincisi, onlar büyürken sizler yerinizde saymayacaksınız. O bir an önce geçsin dediğiniz yıllar aslında çocuğunuzun büyüyüşünü görmeyi doya doya yaşayacağınız, o yıllardaki enerjinizle bir takım zorluklarla kolayca baş edebileceğiniz yaşlar. Gelmesini istediğiniz ileriki yıllarda ise belki boş zamanınız olacak ama enerjiniz de azalmış olacak. Ayrıca büyük çocukların aileye hiç sıkıntı vermemesi ütopik bir beklenti. Ne yazık ki gerçek bu. ,
Şimdi daha yanı başımızdaki her an iç içe olduğumuz beklenti türlerinden örnek vereceğim,
Şu taksit(ler) bitse, bütçemiz biraz daha rahatlasa, biz de rahatlasak. Böyle diyorsanız çok safsınız. Eğer üst gelir grubundan değilseniz taksit sorununuz hep olacaktır. Ben böyle gördüm, böyle yaşadım, yaşıyorum. Sistem sizi taksit taksit yolmak üzere düzenlenmiş. Aslında ederi çok daha düşük olan ve üstelik gereksinim duyduğunuza inandırıldığınız ürünler ya da hizmetler her türlü yöntem ve teknikle taksitle sizi kendine çekiyor. Aslında ilk bir kaç taksitte onun bedelini ödediğiniz halde taksitle almanın bedelini daha aylar hatta yıllar boyu ödemeye devam. Bir de sürekli yenilenen teknolojiyi düşünürsek, sizin taksitleriniz asla bitmez. Ama asıl konumuz taksit tuzağı değil, taksitler bir bitse düşüncesi ile kendinizi yiyip bitirmeniz. Bitirmeyin efendim. Sistemin dışında yaşayamayacağımıza göre taksitlerimiz olacaktır. İhtiyaçlarınızı iyi belirleyip gerekeni iyi bir araştırma ile uzun vadeli olarak düşünerek almakta yarar var. Stres yapmadan, tadını çıkara çıkara kullanın, ya da tüketin, değerini bilin ve başkalarının ne aldığı, ne kullandığı pek de umurunuzda olmasın. Taksit nasıl olsa biter de arada çekilen sıkıntılar sağlığınızda kalıcı hasarlar bırakabilir.
Örnekler çoğaltılabilir ama bu yazı da okunmayacak kadar uzun ve sıkıcı olur. Ama konu ile çok ilgili bir beklentiden söz etmeden edemem;
En basitinden, maaş günü gelse.. (Gelince ne olacaksa..) Maaş gününden sonra genel durumun değişmesi olası mı.. Yok öyle bir şey.. O halde mevcut olan durumla baş etmenin yollarını kendimizi yıpratmadan, paralamadan bulmak zorundayız. Bunca laftan sonra şunu demek istiyorum; beklentilerle bir ömür tüketmek akıllıca mı?
Sonraya dair bir garantimiz yok. Az sonrayı bile bilemiyoruz. O beklenen sonralar olmayabilir. Ya da olsa bile yeni beklentiler otomatik olarak devreye girer. Bu defa yeni beklentilerin gerçekleşmesine odaklıdır yaşam.. İyisi mi, şu beklentileri fazla yüksek tutmamakta fayda var diyorum. Bu benim görüşüm. Bekle bekle, nereye kadar. Yaşam sonsuz güç değil, sonsuz hiç değil. Sürekli (ilerde)olmasını istediklerimize odaklı yaşamak yerine içinde bulunduğumuz anda nelere sahip olduğumuzun bilincine varıp o anlardan azami keyif alarak yaşamak emin olun çok daha avantajlı olacaktır. Böylelikle, belki de hiç yaşayamayacağımız beklentiler için harcanacak enerji ve zaman daha makul, daha mantıklı ve getirisi daha fazla olacak şekilde değerlendirilebilir. Getiri dediğim maddi getiri değil. Sağlık, huzur, insan ilişkilerinde doygunluk....
Ama...
Bakıyorum da, galiba öyle. Belki farkında değiliz ama her anımızda bir şeylerin olmasını, gerçekleşmesini bekliyoruz. Bir şeylere kavuşmak odaklı yaşadığımızı düşünüyorum. Dolayısı ile hep ileri tarihler, sonraki günler oluyor aklımızda. Basitçe bir kaç örnek verecek olursak;
Şu okul bitse..
Oysa bunun gerçek anlamı şöyle: o bir an önce bitmesini istediğiniz yıllar, ilerde hayatınızın en güzel yılları olarak anımsanacak. Benim gibi epeyce yaş almış olanlar, lise, üniversite yıllarına ait fotoğraflara bakarken o duyguyu çok güçlü yaşarlar.
Çocuklar büyüse de rahat etsek.. Böyle bir isteği dile getiren birine verilecek yanıtım şu: Avucunuzu yalarsınız. Neden mi? Birincisi, onlar büyürken sizler yerinizde saymayacaksınız. O bir an önce geçsin dediğiniz yıllar aslında çocuğunuzun büyüyüşünü görmeyi doya doya yaşayacağınız, o yıllardaki enerjinizle bir takım zorluklarla kolayca baş edebileceğiniz yaşlar. Gelmesini istediğiniz ileriki yıllarda ise belki boş zamanınız olacak ama enerjiniz de azalmış olacak. Ayrıca büyük çocukların aileye hiç sıkıntı vermemesi ütopik bir beklenti. Ne yazık ki gerçek bu. ,
Şimdi daha yanı başımızdaki her an iç içe olduğumuz beklenti türlerinden örnek vereceğim,
Şu taksit(ler) bitse, bütçemiz biraz daha rahatlasa, biz de rahatlasak. Böyle diyorsanız çok safsınız. Eğer üst gelir grubundan değilseniz taksit sorununuz hep olacaktır. Ben böyle gördüm, böyle yaşadım, yaşıyorum. Sistem sizi taksit taksit yolmak üzere düzenlenmiş. Aslında ederi çok daha düşük olan ve üstelik gereksinim duyduğunuza inandırıldığınız ürünler ya da hizmetler her türlü yöntem ve teknikle taksitle sizi kendine çekiyor. Aslında ilk bir kaç taksitte onun bedelini ödediğiniz halde taksitle almanın bedelini daha aylar hatta yıllar boyu ödemeye devam. Bir de sürekli yenilenen teknolojiyi düşünürsek, sizin taksitleriniz asla bitmez. Ama asıl konumuz taksit tuzağı değil, taksitler bir bitse düşüncesi ile kendinizi yiyip bitirmeniz. Bitirmeyin efendim. Sistemin dışında yaşayamayacağımıza göre taksitlerimiz olacaktır. İhtiyaçlarınızı iyi belirleyip gerekeni iyi bir araştırma ile uzun vadeli olarak düşünerek almakta yarar var. Stres yapmadan, tadını çıkara çıkara kullanın, ya da tüketin, değerini bilin ve başkalarının ne aldığı, ne kullandığı pek de umurunuzda olmasın. Taksit nasıl olsa biter de arada çekilen sıkıntılar sağlığınızda kalıcı hasarlar bırakabilir.
Örnekler çoğaltılabilir ama bu yazı da okunmayacak kadar uzun ve sıkıcı olur. Ama konu ile çok ilgili bir beklentiden söz etmeden edemem;
En basitinden, maaş günü gelse.. (Gelince ne olacaksa..) Maaş gününden sonra genel durumun değişmesi olası mı.. Yok öyle bir şey.. O halde mevcut olan durumla baş etmenin yollarını kendimizi yıpratmadan, paralamadan bulmak zorundayız. Bunca laftan sonra şunu demek istiyorum; beklentilerle bir ömür tüketmek akıllıca mı?
Sonraya dair bir garantimiz yok. Az sonrayı bile bilemiyoruz. O beklenen sonralar olmayabilir. Ya da olsa bile yeni beklentiler otomatik olarak devreye girer. Bu defa yeni beklentilerin gerçekleşmesine odaklıdır yaşam.. İyisi mi, şu beklentileri fazla yüksek tutmamakta fayda var diyorum. Bu benim görüşüm. Bekle bekle, nereye kadar. Yaşam sonsuz güç değil, sonsuz hiç değil. Sürekli (ilerde)olmasını istediklerimize odaklı yaşamak yerine içinde bulunduğumuz anda nelere sahip olduğumuzun bilincine varıp o anlardan azami keyif alarak yaşamak emin olun çok daha avantajlı olacaktır. Böylelikle, belki de hiç yaşayamayacağımız beklentiler için harcanacak enerji ve zaman daha makul, daha mantıklı ve getirisi daha fazla olacak şekilde değerlendirilebilir. Getiri dediğim maddi getiri değil. Sağlık, huzur, insan ilişkilerinde doygunluk....
Ve işte yazıyorum
Kendimle konuşmak bana iyi geliyor. Genel inanışa göre bunu yapanlara yakıştırılan durumun olduğunu sanmıyorum. Asosyal biri de değilim. O halde nedir bu kendimle konuşma durumu? Karmaşık bir hal değil. Sadece kendimi dinleme, anlama, teskin etme, kendimle anlaşabilme halleri. Baktım ki işe yarıyor, kim bilir, belki birileri okur, belki birilerinin de işine yarar bu yöntem diye buradayım. Hem ne demişler; söz uçar yazı kalır. Ayrıca sadece kendimle söyleşilerim değil, yaşamdan çıkarımlarım, gözlem ve deneyimlerim de olabilir bu sayfada. Bakalım bu günce hayatın getirip götürdüklerine göre nasıl bir evrilme gösterecek.. Bunu ben de bilmiyorum.
Kendimle söyleşilerimde çok da ideal bir konuşma dilim yoktur. İçimden geldiği gibi, bana göre en etkili olacak şekilde basit ama kaba olmayan bir dille, lafı dolandırmadan söylerim söyleyeceğimi. O halde yazma dilim de öyle olacak.
Beğendirme kaygısı ile yazmayacağıma emin olabilirsiniz. Zaten edebi yazılar yazma gibi bir derdim yok.Dost ve arkadaş edinme, popüler olma gibi arayışlarım da yok. Dediğim gibi, kendime söylediklerimi dileyen okuyabilir. Seversiniz, sevmezsiniz size kalmış. Onaylayıp onaylamamak da öyle. Dedim ya, belki birileri okur, yöntem olarak ya da deneyim ve çıkarımlar olarak yararlanabilir.
Şimdi, sıra geldi kim olduğum konusuna. Aslında bunun önemli olmadığını düşünüyorum. Çünkü, kaç yaşında olduğum, eğitim durumum, işim, nerede yaşadığım hatta cinsiyetim yazdıklarımı okuyup değerlendirirken kriter olmamalı. Kategorize etmeden, bir yerlere koymadan, ortalama bir dünya vatandaşının evrensel duyguları ve çıkarımları olarak düşünmeniz yeterli. Kendinize yakın ya da uzak bulacağınız durumlar olacaktır. Olsun, ben yazacağım.
Belki birileri okur.
Kendimle söyleşilerimde çok da ideal bir konuşma dilim yoktur. İçimden geldiği gibi, bana göre en etkili olacak şekilde basit ama kaba olmayan bir dille, lafı dolandırmadan söylerim söyleyeceğimi. O halde yazma dilim de öyle olacak.
Beğendirme kaygısı ile yazmayacağıma emin olabilirsiniz. Zaten edebi yazılar yazma gibi bir derdim yok.Dost ve arkadaş edinme, popüler olma gibi arayışlarım da yok. Dediğim gibi, kendime söylediklerimi dileyen okuyabilir. Seversiniz, sevmezsiniz size kalmış. Onaylayıp onaylamamak da öyle. Dedim ya, belki birileri okur, yöntem olarak ya da deneyim ve çıkarımlar olarak yararlanabilir.
Şimdi, sıra geldi kim olduğum konusuna. Aslında bunun önemli olmadığını düşünüyorum. Çünkü, kaç yaşında olduğum, eğitim durumum, işim, nerede yaşadığım hatta cinsiyetim yazdıklarımı okuyup değerlendirirken kriter olmamalı. Kategorize etmeden, bir yerlere koymadan, ortalama bir dünya vatandaşının evrensel duyguları ve çıkarımları olarak düşünmeniz yeterli. Kendinize yakın ya da uzak bulacağınız durumlar olacaktır. Olsun, ben yazacağım.
Belki birileri okur.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)