Geçen ayki sayfa görüntüleme sayısı

29 Aralık 2015 Salı

Susam yağı gerçekten işe yarıyor

''Mucize bitki, süper yiyecek, doğal ürün'' gibi iddialı sözlerle  lanse edilen pek çok şeyin  fiyasko olduğunu görüyoruz. Bu nedenle bu tür tanıtımlara  temkinli yaklaşırım. Ancak gerçekten yararını gördüklerimi tavsiye ederim. Susam yağını masaj yağı olarak kullanmaya başladım. Hem  uygulamada hem de cilde olan etkisinde çok iyi olduğunu gördüm. Bir kere, ipeksi bir kayganlığı olsa da  cilt  bir süre sonra gayet güzel emiyor. Etrafı kirletmeden, saçınıza başınıza bulaşmadan iş görüyor. Ayrıca kuru cilde iyi geliyor. Banyo sonrası nemlendirici olarak  kullanabilirsiniz. Çatlayan dudaklarınız için de iyi bir onarıcı. Susam yağını bulmanız çok zor değil. Beyaz tahinin üzerinde toplanan  şeffaf bölüm susam yağının ta kendisi. Deneyin, seveceksiniz.

28 Aralık 2015 Pazartesi

Ayaklarınızı rahatlatmak için bir tavsiye

Dayanabileceğiniz sıcaklıkta, çeyrek kova suya iki çorba kaşığı karbonat ekleyip, ayaklarınızı su soğuyuncaya dek bu suda bekletin. Topuklarınızda sertleşme, çatlama  varsa, bu işlemden sonra ponza taşı ile  ölü derilerden  kurtulup daha sonra kremleyin. Çok rahatladığınızı  göreceksiniz.

23 Aralık 2015 Çarşamba

Aşırı teşhis tedavinin önüne geçiyor

Özel hastanelerin çok yaygınlaşması ile artan bir durum bu. Küçük bir rahatsızlık için  bile gitseniz, gerekli gereksiz pek çok araştırmaya maruz kalıyorsunuz. Gerekli olanlara sözümüz yok ama pek çoğu da zaman, enerji ve para kaybı hasta için.Moralsizlik aşılaması da cabası.  Sağlık kurumu için ise kazanç kapısı. Bu konuda  Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta'nın açıklamalarını dinledim. Modern tıbbın son numarası diye anlatıyor:

aşırı teşhis - Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta


Elbette tepki çekiyor ama  ben hasta  tarafı olarak  tüm deneyim ve gözlemlerimi düşününce hak veriyorum kendisine. Aşırı teşhis diye bir şey var ve pek de hasta sağlığı düşünülerek yapılmıyor.

21 Aralık 2015 Pazartesi

Koşmak mı yürümek mi daha sağlıklı?

Yürüyüş güzergahım benim için  doğal  oksijen terapi bölgesi. Hem denizden hem de çamlıktan gelen tertemiz havanın kalitesi oldukça yüksek.

Aynı yürüyüş alanını paylaştığımız pek çok insan  görüyorum son günlerde. Bu insanların hemen hemen tamamı  yakınlarımızdaki turistik otellerde kalan yabancılar. En çok da Almanlar. Bunların bazıları ileri yaşlarına rağmen koşuyorlar.

Konu ile ilgili harika bir yazı okudum, sizlerle paylaşmak istiyorum:
http://www.bodytr.com/2013/01/kosmak-mi-yurumek-mi.html
Hepinize sağlıklı güzel günler!

19 Aralık 2015 Cumartesi

Bloglarda izleyici sayısının azalması sorunu

Dünden beri izlediğim bir kaç blogda izleyici sayısında azalmalar olduğunu yazmışlar. Hatta bazı bloggerlar bundan  olumsuz etkilenip  bloglarını kapatmaya karar vermiş.

Bu durum benim için önemli değil, çünkü benim bir tane bile kayıtlı izleyicim yok.  Açıkçası ben okunma, okunmama  kaygısı  ile yazmıyorum. Blog benim için bir not defteri ya da kendimle konuşup uzlaşma araçlarımdan biri. Yine de zaman ayırıp hatta emek verip paylaştığım yaşamımdan çıkarımlarımı belki birileri okur da  az çok yararlanabilir diye düşünüyorum.

Bu izleyici kaybı sorununa gelince, üşenmedim araştırdım. Burada anlaşılır şekilde açıklamış:  http://blogeditoru.blogspot.com/2009/02/blogger-izleyici-says-azalma-sorunu.html

Dediğim gibi benim  sorunum değil ama yazılarını  takip ettiğim bir kaç blogger artık yazma isteği duymadıklarını  söyleyince yazma ihtiyacı duydum. Belki birileri okur.

Dileyince olmuyor, isteyince oluyor

Bu bir tesadüf mü, bilemiyorum. Bir şeyi içtenlikle isteyince oluyor. Nedense dileyince olmuyor. Dilemek ve istemek farklı. Dilemek, yani  yalvarırcasına gerçekleşmesi için yakarmak benim için  hiç işe yaramıyor. Ne kadar dua edip dilesem de bu güne dek dileğimin olduğunu görmedim.  ama fark ettim ki, imrenerek, çok beğendiğim  bir kaç şeye bir süre sonra sahip  oldum ya da  o durumu yaşadım. Aradaki ince farkı bilmem anlatabildim mi. Anlayacağınız, yalvarıp yakarmak, ''ne olur olsun'' demek bende işe yaramıyor ama içtenlikle  ve beklentiye girmeden ''ne hoşmuş, sahip olmak ne güzel olurdu'' diye düşünmek gerçekten bana o imrendiğim şeyleri getirdi. Bunun  bir  açıklaması yok. Nasıl olduğunu bilmiyorum, nedenini hiç anlamıyorum ama  bu söylediklerim doğru. Öyle çok örnek verebilirim ki..

18 Aralık 2015 Cuma

Derin dondurucuda terlikler, eldivenler

Yıkanmayan türden pofuduk terlikleriniz mi var?  Ya da  yıkanınca bozulacak  eldivenleriniz de olabilir. Örneğin güderi ya da saf yün eldivenler. Ne kadar temiz kullansanız da  onlar da kirlenecek, mikrop ya da mantar barındıracaklardır. Atacak değiliz.Çocuklarınızın tüylü oyuncaklarını da  bu yöntemle  mikroplardan arındırabilirsiniz.  Büyük boy buzdolabı poşetlerine rahatça sığarlar. Poşetleyip ağzını sıkıca düğümleyin. Hatta benim yaptığım gibi çift poşet  de yapabilirsiniz. Çünkü buzdolabının  o bölümü de yiyecek ortamı. Oraya yiyecek dışında bir şeyler koymak içinize sinmeyebilir. Poşetlediğiniz  eşyanızı  derin dondurucu bölümüne koyup yeterli sürede, örneğim bir iki gece bekletin. Büyük ölçüde  mikroplarından arındırmış olacaksınız. Çünkü çok ama çok az mikrop  bu kadar  düşük  sıcaklıkta canlı kalabiliyormuş.

Bunları evde bulundurmakta fayda var!

Ufak tefek ev kazalarında, spor yaralanmalarında, şişlik, morarma, kanama, burkulma, açık yara gibi durumlarda hemen sağlık kuruluşlarına ulaşma imkanı bulamayabiliriz. Eğer ciddi  bir yaralanma  söz konusu değilse  doğru bilgilerle ve uygulamalarla kısa zamanda rahatlayıp durumu kurtarabiliriz.

Çarpma ve morarmalarda Lasonil işe yarıyor. Burkulmalarda, ezilmelerde de öyle. Sakın açık yaralara uygulamayın. Evde bulundurun ancak mutlaka doktorunuza danışarak alın.

Antibiotikli bir merhem de  gerekli oluyor. Diken batması, sıyrık, küçük kesik gibi mikrop kapmaya  elverişli yaralarda antibiotikli bir merhem örneğin Bactroban çok işe yarıyor. Bunu da evde bulundurun ama doktorunuza danışıp alın. Dikkat edilecek konu  gözlerinize bulaştırmayın ve temizlediğiniz  bölgeye sürün.

Son olarak tavsiye edeceğim krem Hametan . Kış günlerinde  kızaran, aşınan cildinizi yeniliyor. Çatlayan  deri sorununuz varsa  kullanın ve rahatlığı yaşayın. Tabii ki doktorunuza mutlaka danışmadan almayın.

Bunların dışında  buzdolabınızın buzluğunda bir iki tane içi jelle dolu soğuk uygulama  torbası, banyonuzda sıcak su torbası bulundurun.  Sıcak ve soğuk uygulama  gerektiren durumlar farklıdır. Örneğin kırık be burkulmalarda  ilk anda soğuk uygulama faydalı. Kas spazmlarında ise sıcak uygulama faydalı. Bunların  ayrıntılarını  uzman kişilerden öğrenin ve  aklınızın bir köşesine yazın.
Sağlıklı günler!

3 Aralık 2015 Perşembe

Sabahları yaşanılası kılmak

Gün boyunca pek çok işle, tek başıma uğraşmak zorundayım. Zorunluluk  sözcüğü çok da doğru değil. Bazı işleri yapmasam da olur. Kimse bunun için zorlayamaz. Ne var ki ertelenen işler, düzenimi bozar, keyfimi kaçırır. Zaten  temizlik ve düzen konusu şöyle böyle gidiyor. Kısacası her an el atılacak yapılması gereken bir iş, doyurulması gereken canlılar, bakılması gereken bir bahçe, okunacak kitaplar, alışveriş, ödemeler, onarımlar  ve bir evle ilgili ne kadar ıvır zıvır varsa hep beni bekler.Ayrıca detaylarına girmek istemediğim hayat arkadaşımın ciddi boyutlu sağlık sorunu yüzünden onun bakımı da var. Tüm bunları mükemmel yaptığımı söylersem kocaman bir yalancı olurum.Çünkü  gün geçtikçe yenileri eklenen kendi sağlık sorunlarım da var. Neyse bunları anlatmanın bir yararı yok.

Ben bir kaç gündür sabahlarımı  daha güzel kılan bir yöntemden söz etmek istiyorum. Normalde sabah uyanınca ortamı ve yaptığım işleri sevmem. Akşamın dağınıklığı, soğuk bir ev, üstüme üstüme gelen yapılacak bir çok iş.. Yukarıda  anlattığım gibi gün boyunca oturup tv izleyemiyorum. Zaten tv izleme konusunda seçiciyim.Çok iyi filmleri, bir kaç sevdiğim belgeseli izlerim.Yani gündüzleri  biraz zaman bulsam bile  kendimce  iyi şeylere rastlama olasılığım düşük. Ben de sabah erkenden, altı gibi kalkıyorum. Sobamı yakıp üzerine bir çaydanlık su koyuyorum. Şu çok kanallı dünyanın parasını ödediğimiz uydu sistemlerinin ikisi de var bizde. Zengin olduğumuzdan değil, hayat arkadaşımın tamamen eve bağlı  yaşamından.O ileri derecede özürlü. Ben de sabahın erken saatlerinde filmleri tarayıp iyi bir tane buluyorum ve sobada kaynayan su ile kahvemi yapıp izliyorum.Çünkü köpeklerimizin kahvaltı ve yürüyüş saatlerine dek bu film  bitmiş oluyor. Bu da benim lüksüm işte..

Beklemekle Tükeniyor Yaşamlar

Yaşam beklentilerden mi ibaret? ''Tabii ki değil'' demek isterdim.
Ama...
Bakıyorum da,  galiba öyle. Belki farkında değiliz ama her anımızda  bir şeylerin olmasını, gerçekleşmesini bekliyoruz. Bir şeylere kavuşmak odaklı yaşadığımızı düşünüyorum. Dolayısı ile hep ileri tarihler, sonraki günler oluyor aklımızda. Basitçe bir kaç örnek verecek olursak;
Şu okul bitse..
Oysa bunun gerçek anlamı şöyle: o bir an önce bitmesini istediğiniz  yıllar, ilerde hayatınızın en güzel yılları olarak  anımsanacak. Benim gibi  epeyce yaş almış olanlar, lise, üniversite yıllarına ait fotoğraflara bakarken o duyguyu çok güçlü yaşarlar.
Çocuklar büyüse de rahat etsek.. Böyle bir isteği  dile getiren birine verilecek yanıtım şu: Avucunuzu yalarsınız. Neden mi?  Birincisi, onlar büyürken sizler  yerinizde saymayacaksınız. O bir an önce geçsin dediğiniz yıllar  aslında çocuğunuzun büyüyüşünü görmeyi doya doya yaşayacağınız, o yıllardaki enerjinizle bir takım zorluklarla kolayca baş edebileceğiniz  yaşlar. Gelmesini istediğiniz  ileriki yıllarda ise belki boş zamanınız olacak ama enerjiniz de azalmış  olacak. Ayrıca büyük çocukların  aileye hiç sıkıntı vermemesi ütopik bir beklenti.  Ne yazık ki gerçek bu. ,
Şimdi daha yanı başımızdaki her an iç içe olduğumuz  beklenti türlerinden örnek vereceğim,
 Şu taksit(ler) bitse, bütçemiz  biraz daha  rahatlasa, biz de rahatlasak. Böyle diyorsanız çok safsınız. Eğer üst gelir  grubundan değilseniz taksit  sorununuz hep olacaktır. Ben böyle  gördüm, böyle yaşadım, yaşıyorum. Sistem sizi taksit taksit yolmak üzere düzenlenmiş. Aslında ederi çok daha düşük olan ve üstelik  gereksinim duyduğunuza inandırıldığınız ürünler  ya da hizmetler her türlü yöntem ve teknikle taksitle sizi kendine çekiyor.  Aslında ilk bir kaç taksitte  onun bedelini ödediğiniz halde taksitle  almanın bedelini daha aylar hatta yıllar boyu  ödemeye devam. Bir de sürekli yenilenen teknolojiyi düşünürsek, sizin taksitleriniz asla bitmez.  Ama asıl konumuz  taksit tuzağı  değil, taksitler bir bitse düşüncesi ile kendinizi yiyip bitirmeniz. Bitirmeyin efendim. Sistemin dışında yaşayamayacağımıza göre taksitlerimiz olacaktır. İhtiyaçlarınızı iyi belirleyip gerekeni iyi bir araştırma ile uzun vadeli olarak düşünerek almakta yarar var. Stres yapmadan, tadını çıkara çıkara kullanın, ya da tüketin, değerini bilin ve başkalarının ne aldığı, ne kullandığı pek de umurunuzda olmasın. Taksit nasıl olsa biter de  arada çekilen sıkıntılar  sağlığınızda kalıcı hasarlar bırakabilir.

Örnekler çoğaltılabilir ama bu yazı da okunmayacak kadar uzun ve sıkıcı olur.  Ama  konu ile çok ilgili bir beklentiden söz etmeden  edemem;

En basitinden,  maaş günü gelse.. (Gelince  ne olacaksa..) Maaş gününden sonra genel durumun değişmesi olası mı.. Yok öyle bir şey..  O halde mevcut olan  durumla baş etmenin  yollarını kendimizi yıpratmadan, paralamadan bulmak zorundayız. Bunca laftan sonra  şunu demek istiyorum; beklentilerle bir ömür tüketmek akıllıca mı?
Sonraya dair bir garantimiz yok. Az sonrayı bile bilemiyoruz. O beklenen sonralar olmayabilir.  Ya da olsa bile yeni beklentiler otomatik olarak devreye girer. Bu defa yeni beklentilerin gerçekleşmesine odaklıdır yaşam.. İyisi mi, şu beklentileri  fazla yüksek tutmamakta fayda var diyorum. Bu benim  görüşüm. Bekle bekle, nereye kadar. Yaşam sonsuz güç değil, sonsuz hiç değil. Sürekli (ilerde)olmasını  istediklerimize odaklı yaşamak yerine  içinde bulunduğumuz anda  nelere sahip olduğumuzun bilincine varıp o anlardan azami keyif alarak yaşamak emin olun  çok daha avantajlı olacaktır. Böylelikle, belki de hiç  yaşayamayacağımız beklentiler için harcanacak enerji ve zaman daha makul, daha mantıklı ve getirisi daha fazla olacak şekilde değerlendirilebilir. Getiri dediğim maddi getiri değil. Sağlık, huzur, insan ilişkilerinde doygunluk....

Ve işte yazıyorum

Kendimle konuşmak bana iyi geliyor. Genel inanışa göre bunu yapanlara yakıştırılan durumun olduğunu sanmıyorum. Asosyal biri de değilim. O halde nedir bu kendimle konuşma durumu? Karmaşık bir hal değil. Sadece kendimi dinleme, anlama, teskin etme, kendimle anlaşabilme halleri. Baktım ki işe yarıyor, kim bilir, belki birileri okur, belki birilerinin de işine yarar bu yöntem diye buradayım. Hem ne demişler; söz uçar yazı kalır. Ayrıca sadece kendimle söyleşilerim değil, yaşamdan çıkarımlarım, gözlem ve deneyimlerim de olabilir bu sayfada. Bakalım bu günce hayatın getirip götürdüklerine göre nasıl bir evrilme  gösterecek..  Bunu ben de bilmiyorum.

Kendimle söyleşilerimde çok da ideal bir konuşma dilim  yoktur. İçimden geldiği gibi, bana göre en etkili olacak şekilde basit ama kaba olmayan bir dille, lafı dolandırmadan söylerim söyleyeceğimi. O halde yazma dilim de öyle olacak.

 Beğendirme kaygısı ile yazmayacağıma emin olabilirsiniz. Zaten edebi yazılar yazma gibi bir derdim yok.Dost ve arkadaş edinme, popüler olma gibi arayışlarım da yok. Dediğim gibi, kendime söylediklerimi dileyen okuyabilir. Seversiniz, sevmezsiniz size kalmış. Onaylayıp onaylamamak da öyle. Dedim ya, belki birileri okur, yöntem olarak ya da deneyim ve çıkarımlar olarak yararlanabilir.

Şimdi, sıra geldi kim olduğum konusuna. Aslında bunun önemli olmadığını düşünüyorum. Çünkü, kaç yaşında olduğum, eğitim durumum, işim, nerede yaşadığım hatta cinsiyetim yazdıklarımı okuyup değerlendirirken kriter olmamalı. Kategorize etmeden, bir yerlere koymadan, ortalama bir dünya vatandaşının evrensel duyguları ve çıkarımları  olarak  düşünmeniz yeterli. Kendinize yakın ya da uzak bulacağınız durumlar olacaktır. Olsun, ben yazacağım.

Belki birileri okur.