Geçen ayki sayfa görüntüleme sayısı

5 Ocak 2016 Salı

Mutluluk Bulaşıcıdır

Cumhuriyet'te bir yazı okudum.Kaynak Burada

Harvard Üniversitesi’ndeki bilim insanlarının yürüttüğü bir araştırmaya göre duygu durumumuz üzerinde başkalarının etkisi tahminlerimizden daha fazla. Öyle ki bu “başkaları” yalnızca birinci dereceden arkadaşlarımız olmayabiliyor; arkadaşlarımızın arkadaşlarının arkadaşlarının duygu durumu -daha önce hiç görmediğimiz üçüncü dereceden uzak arkadaşlar- sosyal ağ üzerinden bir virüs gibi bizlere bulaşabiliyor.

Gerçekten de bu, birbirini etkileme olgusu, henüz tam olarak anlamadığımız bir şekilde arkadaşlık ağı üzerinden yayılıyor. Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden tıbbi sosyolog Nicholas Christakis, mutluluk, depresyon, obezite, içki ve sigara alışkanlığı, sağlık takıntısı, özel bir müzik ve yiyecek türü tercihi, hatta intihara yatkınlık gibi duygu ve davranış şekillerinin “Suya atılmış çakıl taşları gibi” sosyal ağlar üzerinden yuvarlanarak yol aldığını ileri sürüyor..

Yalnızca yakın çevremizdekilerin değil, tanımadığımız insanların duygu durumlarından, sağlık durumlarından ve alışkanlıklarından etkilendiğimiz düşüncesi ilk bakışta korkutucu gelebilir. Bu bir anlamda yaşantımızda kontrolü başkalarının ellerine teslim ettiğimiz anlamına geliyor. Çünkü toplumsal etkileşimler genellikle bilinçaltı düzeyde seyreder.

Columbia Üniversitesi’nden sosyolog Duncan Watts, bu konuda tedirginlik yaşamanın gereksiz olduğunu söyleyerek şöyle konuşuyor: “Sosyal etkileşim çoğu zaman iyi bir şeydir. Öncelikle yapısal açıdan sosyal yaratıklar olduğumuzu kabullenelim. Kim olduğumuz ve ne yaptığımız genellikle çevremize çizdiğimiz küçük dairenin dışında kalan güçlerin etkisi ile şekillenir. Bu gerçeği de reddetmeyelim. Dahası, sosyal bulaşıcılık diye bir kavramın farkında olduğumuz zaman bundan etkilenmemenin yollarını da bulabiliriz. Belki de bu olguyu kendi lehimize çevirebiliriz.” İnsanların, etkisi altında oldukları sosyal ağ üzerinde az da olsa bir kontrolleri bulunduğunu ileri süren Christakis, bu şekilde dizginleri tümüyle elden kaçırma riskinin düşük olduğuna inanıyor.

Christakis son araştırmasında mutluluğun insandan insana nasıl bulaştığını araştırmış. Bu araştırmada denek olarak 1948 yılından sürmekte olan Framingham Kalp Araştırması’na katılan deneklerden yararlanan Christakis ve ekibi, mutlu insanların kümeleşme eğilimi taşıdığını ortaya çıkartmış. Bunun nedeni tahminlerin aksine mutlu insanların kendiliğinden birbirlerine yönelmeleri değil. İnsanların bilinçli arkadaş seçiminden bağımsız olarak, mutluluğun sosyal temas yoluyla yayılma şekline bağlı olarak mutlu insanlar bir araya gelebiliyor.

Ayrıca, mutluluğun yalnızca yakın çevredeki arkadaşların mutluluğuna değil, arkadaşın arkadaşının, arkadaşın arkadaşının arkadaşlarının mutluluğuna da bağlı olduğunu ortaya koyan Christakis, “Bir insanın ne kadar çok sayıda arkadaşı varsa o kadar mutlu olması şaşırtıcı gelmeyebilir. Ancak önemli olan arkadaşların sayısı değil, bu insanların mutlu olup olmamalarıdır” diye konuşuyor.


Mutluluğun yayılmasında karşı cins
Christakis, ayrıca, bu etkinin herkes için aynı olmadığını da keşfetmiş. Başkalarının mutluluğundan ne kadar etkilendiğiniz o insanlarla aranızdaki ilişkinin cinsine de bağlı olabiliyor. Örneğin, birkaç kilometre ötenizde yaşayan yakın bir arkadaşınız şu ya da bu nedenle mutlu olduysa, bu olay sizin de mutlu olma şansınızı %60 oranında arttırabilir. Tam tersi, kapı komşunuz mutlu olduğu zaman bu oran yarıya düşebiliyor. Ayrıca aynı evde yaşadığınız kardeşinizin mutluluğunda, sizin mutlu olma olasılığınız bunun da yarısına inebilir. Şaşırtıcı olan, aynı evde yaşayan çiftlerden birinin mutluluğunun diğerini ancak %10 oranında mutlu edebiliyor olması. Bu da sosyal salgınların bir özelliğinin daha ortaya çıkmasına yol açıyor: Sosyal mutluluk, cinsiyeti aynı olan arkadaşlar arasında daha etkili bir şekilde yayılıyor.


Empatik taklitçilik
Bütün bunlar kilit soruyu gündeme getiriyor: Mutluluk gibi bir duygu nasıl salgın şeklinde yayılabiliyor? Bazı bilim insanları bu sonunu yanıtını “empatik taklitçilik”te arıyor. Psikologlar uzun süredir insanların farkında olmadan karşılarındakinin yüz ifadesini, konuşma tarzını, duruş şeklini, vücut dilini ve diğer davranışlarını kopyaladıklarını biliyor. Ve bunu da akıl almaz bir beceri ve hızla yapabilmeleri ayrıca ilgi uyandırıyor. Bunun sonucunda da bir çeşit sinirsel geri besleme mekanizması üzerinden, insanların taklit ettikleri davranışla ilgili duyguları yaşamalarına yol açabiliyor. Almanya’da Tübingen Üniversitesi’nden Barbara Wild ve meslektaşları yüz ifadesi ne kadar derinse, gözlemcilerin yaşadıkları duygunun da o kadar güçlü olduğunu ileri sürüyor (Psychiatry Research, vol 102 p 109). Wild bu sürecin insanın beyninde doğuştan var olduğunu düşünüyor.

Diğer bilim insanları, burada etkili olan mekanizmanın “ayna nöron” faaliyetleri olduğunu ileri sürüyor. Bir çeşit beyin hücresi olan ayna nöronlar, bir eylem yaptığımızda ve aynı eylemi başkalarının yaptığını izlediğimizde faal duruma geçiyor. Bu mekanizmada kesin olan tek şey, bilinçsiz taklitçiliğin karşımızdakinin gerçek duygularını dozu azaltılmış bir yansımasını yaşamamıza yol açtığı.

Gerçek yaşamda duygusal bulaşıcılığını izlerini görmek mümkün. Örneğin depresyon geçirmekte olan bir öğrencinin yatakhane arkadaşının da depresyonu girme olasılığı çok yüksektir. Bu olasılık birlikteliğin süresi uzadıkça artar. Ne var ki bugüne dek hiçbir araştırma niçin bazı insanların duygularının daha bulaşıcı olduğunu ve bazı insanların niçin bu duyguları daha güçlü bir şekilde yaşadığına açıklık getiremiyor. Öte yandan niçin bazı arkadaşların mutluluğu bizleri kardeş mutluluğundan daha fazla etkiliyor? Bunun da altında yatan nedenler bilinmiyor.


Sosyal normların yayılması
Bu bağlamda iki etmenin kritik bir rol oynadığı görülüyor. Bunlar sosyal temasın sıklığı ve ilişkinin gücüdür. Duygusal bulaşıcılığın fiziksel yakınlık gerektirdiği kimseye şaşırtıcı gelmeyebilir. Ayrıca bir insana ne kadar yakınlık duyarsak, bu kişinin duygularını o kadar doğru algılarız ve bu duyguları o kadar da yoğun içselleştiririz.

Duyguların sosyal ağlar üzerinden insandan insana bulaşması gibi başka davranışlar da taklit yoluyla yayılabiliyor. Christakis ve ekibi 2007 yılında gerçekleştirdikleri bir çalışmada obezitenin de mutluluk gibi yayıldığını ortaya çıkartmış. Kilo alma riskinin, arkadaşların ve yakın çevredeki insanların kilo almasıyla arttığını keşfeden Christakis, The New England Journal of Medicine isimli tıp dergisinde yer alan makalesinde “Bir insanın şişmanlama riski, yaşından bağımsız olarak, arkadaşının kilo almasıyla %57, kardeşinin kilo almasıyla %40, eşinin kilo almasıyla %37 oranında artıyor”diye yazıyor. (vol 357, p 370).

Ancak komşuların hiçbir etkisinin olmaması ve bir arkadaşın ne kadar uzakta yaşadığının önemli bir fark yaratmaması, obezitenin mutluluğa göre farklı bir mekanizma üzerinden etkili olduğunu gösteriyor. Burada davranışsal taklitçilik yerine sosyal normlara uyum yeteneğinin etkili olduğu görülüyor. Mutlulukla kilo alma arasındaki benzerlik ise aynı cinsiyetten gelen arkadaşların ve akrabaların daha güçlü bir etki yaratması.

Sosyal normların yayılması sigara içme alışkanlığı konusunda da etkili bir kavram. Ne kadar fazla sayıda insan sigarayı bırakırsa, sigara içmeyi sürdüren insanların üzerlerindeki baskı da o kadar artıyor. Bu durumda insanlar daha çok yakınlarında bulunan insanlardan etkileniyorlar. Eşin sigaradan vazgeçmesi durumunda diğer eşin sigarayı bırakması olasılığı %67’e çıkabiliyor. Ayrıca arkadaşların eğitim düzeyi ne kadar yüksek ise birbirlerini etkileme oranı da o kadar artıyor (The New England Journal of Medicine, vol 358, p 2249).


Üç derece yakınlık kuralı
Mutluluk, obezite ve sigara içme gibi duygu ve davranışların eskiden yakın çevrenin etkisiyle şekillendiği düşünülürdü. Oysa şimdi bunların sosyal güçler tarafından şekillendiği anlaşılıyor. Ayrıca bu alışkanlıkların üç derece yakınlık kuralına uyduğunu ortaya koyan Christakis, daha uzak akraba ve arkadaşların etkili olmadığını ileri sürüyor. Neden üç derece yakınlık? Christakis’e göre bunun nedeni“Yıl içinde arkadaşlar aynı kalırken, arkadaşın arkadaşının arkadaşı değişebiliyor ve farklı insanlar ortaya çıkıyor.”

Bu da başka bir soruyu gündeme getiriyor: Sosyal ağların mimarisini ve bizim bu ağ içindeki yerimizi ne şekillendiriyor? Bunda pek çok etmen etkili. Nerede yaşadığımız, nerede çalıştığımız, ailenin büyüklüğü, eğitim, din, gelir düzeyi, meraklar gibi etmenlerin yanı sıra Christakis son çalışmasında genlerin de önemli bir rol oynadığını ortaya çıkartmış.


Yeni arkadaşlıklar/eski arkadaşlıklar
İnsanlar yeni trendlere uygun arkadaşlıklar kurabilirler. Örneğin kilo vermek istiyorsanız, spor kulüplerine devam eden insanlarla daha fazla vakit geçirebilirsiniz. Christakis bu konuda şu öneride bulunuyor: “Aslında eski arkadaşlarla bağları kopartmak yerine onlarla daha az zaman geçirmek gibi daha akıllıca bir tutumu benimseyebiliriz. Örneğin tembel ve depresif insanlarla koşullar gereği bir zamanlar arkadaş olmuş olabilirsiniz. Ancak ömrünüzü bunlarla geçirmek zorunda değilsiniz. Ayrıca bazı insanları eleme şansınız yok ise bunların vücut dillerini ve yüz ifadelerini taklit etmemeye dikkat edin. Böylece bulaşma riskini de olabildiğince azaltmış olabilirsiniz."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder